biz ESKİŞEHİRLİYİZ farkımız bu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

mekke devri

Aşağa gitmek

mekke devri Empty mekke devri

Mesaj  yayamaj Cuma Nis. 11, 2008 9:53 pm

Mekke devri
Muhammed aleyhisselâm vahyin bir müddet kesilmesinden sonra yine Hira Dağına çıkmıştı. Dağdan aşağı inerken bir ses duydu. Başını kaldırıp baktığında Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Mübârek kalbi çarparak ve ürpererek evine dönüp; “Beni örtünüz.” dedi ve örtündü. Bu sırada Cebrâil aleyhisselâm Müddessir sûresinin; “Ey örtüye bürünen (Muhammed aleyhisselâm)! Kalk da (kâfirleri Allahü teâlânın azâbı ile) korkut. Rabbini tekbir et, tâzim et! Giydiklerini temiz tut! Haram edeceğim şeylerden sakın! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabin için sabret! Sûra üfürüldüğü zaman kâfirlere çok sıkıntılı bir gündür. Onlara kolaylık yoktur...” meâlindeki ilk âyetlerini getirdi. Bundan sonra vahiy aralıksız devâm etti. Kur’ân-ı kerîm âyetleri, 22 sene 2 ay 22 gün süren bir müddet içerisinde vahyedilip tamamlandı.

Muhammed aleyhisselâm, “ümmî” idi. Yâni kitap okumamış, yazı yazmamış, kimseden ders görmemişti. Mekke’de doğup büyüyüp, belli kimseler arasında yetişip, seyâhat etmemişken, Tevrat’ta ve İncil’de, Yunan ve Roma devirlerinde yazılmış kitaplarda bulunan bilgilerden, hâdiselerden haber verdi. İslâmiyeti bildirmek için, hicretin altıncı senesinde Rum, İran ve Habeş hükümdârlarına ve diğer Arap pâdişahlarına mektuplar gönderdi. Hizmetine altmıştan ziyâde yabancı elçi gelmiştir. Bu husûsu Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle bildiriyor: “Sen bu Kur’ân-ı kerîm gelmeden önce, bir kitap okumadın. Yazı yazmadın. Okur yazar olsaydın, başkalarından öğrendin diyebilirlerdi.” (Ankebut sûresi: 48). Hadîs-i şerîfte de; “Ben ümmî peygamber Muhammed’im... Benden sonra peygamber yoktur.” buyruldu. Yine Kur’ân-ı kerîm’de şöyle buyrulmaktadır:

O (Muhammed aleyhisselâm) kendiliğinden konuşmamaktadır. O’nun sözleri, O’na bir vahy ile bildirilmekte, öğretilmektedir. (Necm sûresi: 3-4)

Peygamber efendimize vahyin gelmesinden sonra ilk îmân eden hazret-i Hadîce oldu. Cebrâil aleyhisselâm ilk vahyi getirdiği sıralarda Peygamberimize abdestin nasıl alınacağını öğretti. Sonra da O’nunla birlikte iki rekat namaz kıldı. Muhammed aleyhisselâm Cebrâil aleyhisselâmdan öğrendiği gibi abdest almayı ve kıldıkları iki rekat namazı hazret-i Hadîce’ye de öğretti. Ona imam olup bu iki rekat namazı kıldırdı. Bu sırada henüz beş vakit namaz emredilmemişti. Sâdece sabah ve ikindide iki vakit namaz kılınıyordu. Onları bu şekilde namaz kılarken gören hazret-i Ali de Müslüman oldu. Peygamber efendimiz insanları İslâma dâvet işine önce yakınlarından ve samîmî dostlarından başladı. Hazret-i Hadîce’den ve hazret-i Ali’den sonra âzâtlı kölesi Zeyd bin Hârise, eski dostu ve yakın arkadaşı hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Osman, Abdurrahmân bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkâs, Zübeyr bin Avvâm, Talha bin Ubeydullah Müslüman oldular. Hazret-i Hadîce’den sonra Müslüman olan bu sekiz kişiye “Sâbıkûn-i İslâm”, yâni ilk Müslümanlar denir.

Muhammed aleyhisselâm, insanları İslâma dâvet et emrinden sonra halkı gizlice İslâma dâvet etti. İnsanlar birer ikişer Müslüman oluyordu. Bu ilk yıllarda Müslümanların sayısı ancak otuza ulaşmıştı.

Bir müddet sonra; “Yakın akrabânı Allah’ın azâbı ile korkutarak, onları hak dîne çağır.” âyet-i kerîmesi gelince, Muhammed aleyhisselâm akrabâsını dîne dâvet etmek üzere hazret-i Ali vâsıtasıyla onları Ebû Tâlib’in evine çağırdı. Önlerine, bir kişiye yetecek kadar bir tabak yemek ve bir tas süt koydu. Önce kendisi besmele ile başlayıp, gelen akrabâsını buyur etti. Gelenler kırk kişi kadar olmasına rağmen o yemek ve süt Muhammed aleyhisselâmın mûcizesi olarak hepsini doyurdu ve hiç eksilmedi. Gelenler bu mûcize karşısında şaşıp kalmışlardı. Yemekten sonra Muhammed aleyhisselâm, akrabâlarınıİslâma dâvet etmek için söze başlamak üzereyken amcası Ebû Leheb düşmanlık ederek; “Biz bugünkü gibi bir sihir görmedik. Akrabânız sizi bir sihirle büyüledi.” dedi. Sözlerine hakâretle devâm edince, dâvetliler dağıldılar.

Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra akrabâsını tekrar dâvet etti. Ali radıyallahü anh yine hepsini çağırdı. Önceki gibi yine önlerine yemek kondu. Muhammed aleyhisselâm yemekten sonra ayağa kalkıp; “Hamd, yalnız Allah’a mahsustur. Yardımı ancak O’ndan isterim. O’na inanır, O’na dayanarım. Şüphesiz bilir ve bildiririm ki Allah’tan başka tanrı yoktur. O birdir, O’nun eşi ve ortağı yoktur.” dedikten sonra sözlerine şöyle devâm etti: “Size aslâ yalan söylemiyorum ve doğruyu bildiriyorum... Sizi bir olan ve O’ndan başka ilâh olmayan Allah’a îmân etmeye dâvet ediyorum. Ben O’nun size ve bütün insanlığa gönderdiği peygamberiyim. Vallahi siz, uykuya daldığınız gibi, öleceksiniz. Uykudan uyandığınız gibi de diriltileceksiniz ve bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında mükâfât, kötülüklerinizin karşılığında da cezâ göreceksiniz. Bunlar da ya Cennet’te ebedî kalmak veya Cehennem’de ebedî kalmaktır. İnsanlardan, âhiret azâbı ile ilk korkuttuğum kimseler sizlersiniz.”

Ebû Tâlib bu sözleri dinledikten sonra; “Sen emrolunduğun şeye devâm et! Seni korumaktan geri durmayacağım. Fakat eski dînimden ayrılmak husûsunda nefsimi bana boyun eğer bulmadım.” dedi. Ebû Leheb hâriç, orada bulunan diğer amcaları ve akrabâsının hepsi yumuşak konuştular. Fakat Ebû Leheb; “Ey Abdülmuttaliboğulları, başkaları O’nun elini tutup mâni olmadan önce siz O’na mâni olun!” gibi daha birçok çirkin sözler söyledi. Onun bu sözleri üzerine Muhammed aleyhisselâmın halası, Ebû Leheb’e; “Ey kardeşim! Kardeşimin oğlunu ve O’nun dînini yardımsız bırakmak sana yakışır mı? Vallahi bugün yaşayan bilginler, Abdülmuttalib’in soyundan bir peygamberin geleceğini bildiriyorlar. İşte O peygamber, budur!” dedi. Ebû Leheb, bu sözler karşısında çirkin konuşmalarına devâm edince, Ebû Tâlib, kızarak; “Ey korkak!Vallahi biz sağ oldukça, O’na yardımcı ve koruyucuyuz!” dedi. Muhammed aleyhisselâma da; “Ey kardeşimin oğlu! İnsanları Rabbine îmâna dâvet etmek istediğin zamânı bilelim, silâhlanıp seninle birlikte ortaya çıkarız!” dedi. Sonra Muhammed aleyhisselâm tekrar söze başlayıp; “Ey Abdülmuttaliboğulları! Vallahi, Araplar içinde, benim size getirdiğim, dünyâ ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden (yâni bu dinden) daha üstününü ve daha hayırlısını kavmine getirmiş bir kimse yoktur. Ben sizi dile kolay gelen, mîzanda ağır basan iki kelimeyi söylemeye dâvet ediyorum ki o da: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim O’nun kulu ve resûlü olduğuma şehâdet etmenizdir. Allahü teâlâ sizi buna dâvet etmemi emretti.” buyurup; “O halde hanginiz benim bu dâvetimi kabul eder ve bu yolda yardımcım olur?” dedi.

Kimseden ses çıkmadı, başlarını önlerine eğdiler. Muhammed aleyhisselâm bu sözlerini üç defâ tekrarladı. Her söyleyişinde hazret-i Ali ayağa kalkıp; “Yâ Resûlallah, her ne kadar bunların yaşça en küçüğü isem de sana ben yardımcı olurum!” dedi. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm hazret-i Ali’nin elinden tuttu. Diğerleriyse hayret içinde ve alaylı alaylı gülerek dağıldılar.
yayamaj
yayamaj

Mesaj Sayısı : 108
Kayıt tarihi : 10/04/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz